Bazı olaylar ve bazı tarihler milletlerin kırılma noktalarını ifade eder. Öyle ki, bu noktalardan geçerken alınacak tavır, gösterilecek duruş, ortaya koyulacak reçeteler bir milletin yükselişinin temelleri olacaktır. İçerisinden geçtiğimiz sürecin de Türk milleti adına tam olarak bu dönemleri işaret ettiği su götürmez bir gerçektir. Altaylar’dan Tuna’ya varlığını beşeri âlemin her zemine nakış nakış işleyen Türklük, birçok coğrafyada tehdit altındadır.
Türk milletinin asırlar öncesinden yurt tuttuğu, geniş anlamlar Türkmeneli olarak tarif edebileceğimiz coğrafyada, Halep Türkmenleri -etkilerini Türkiye’de de hissettiğimiz- terör örgütlerince acımasızca katledildi. Vatanları ve namusları uğruna bütün imkânsızlıklar ile emperyalizme karşı direniş sergileyen bölgedeki milletdaşlarımız büyük sıkıntılarla imtihan olmaktadır. Üstüne üstelik “barış” olgusunu kendilerince slogan seçen yüzlerce dernek, vakıf, kurum, kuruluş bu insanlık dramına karşı duyarsız kalmayı tercih etti.
Şükür ki, şanlı Türk ordusu, gerçekleştirilen ve hâlen de devam eden Fırat Kalkanı operasyonu ile bölgede huzurun tesisi için, zulmün son bulmasını sağlamak gayesi ile Türklüğe yetişti. Bu anlamda, gerek hegemon güçler tarafından gerekse de bölgesel terör örgütlerince hayatlarını kaybeden Türkmenler ile harekât kapsamında şehit olan cümle askerimize cennet-i âlâda ebedi saadetler diliyor, yaralı durumda olan gâzîlerimize acil şifalar diliyor, hâlen bölgede olanlara ise yüce Allah’tan güç ve kuvvet diliyoruz.
Pek tabiî, mevcut konjonktürde dünya Türklüğüne yönelik tahlillerimiz neticesinde, şunu ifade etmemiz gerekir ki, maalesef Türk milletinin olumsuz neticeleri sadece Türkmeneli ile sınırlı değildir. Doğu Türkistan’ımız hâlâ millî ve dinî bir asimilasyon ile karşı karşıyadır, keza Kırım’ın işgâli hâlen devam etmektedir, uğradığımız soykırım ile birlikte işgâl edilen Karabağ konusunda uluslar arası kararlar lehimize olduğu hâlde somut kazanımı gerçekleştirebilmiş değiliz. Günümüzde hâlen Güney Azerbaycan’da Türk milliyetçiliği “suç” olarak kabûl edilmektedir.
Umutsuzluğu ve karamsarlığı kendisine haram olarak nitelendiren Türk milleti, bu durumdan çıkış için dünyaya yeni teklifler ve yeni medeniyet tasavvurları getirmek durumunda, dünyayı yeni bir kavrayış ile kucaklama içerisine girmelidir. Bu gerçekten hareketle, tarihimizden çıkarılacak dersler olduğu kanaati taşımaktayız. Bu bağlamda bir asırdan fazla süre önce avuçlarımızdan kaybettiğimiz Balkan Türklüğünü hem yaralarının sarılması noktasında, hem dertleriyle dertlenilmesi gerektiği hususunda, hem de geçmişi itibari ile bize ders verişi bakımından bizlerin karşısında durmaktadır. Türk dünyası içerisindeki en somut birikimlerin sergilendiği toprakların başında gelen Balkan coğrafyasını tekrar hatırlamak, o toprakların ruhunu içimizde hissetmek durumundayız. Balkanlara Türk tuğu dikilmeden evvel, Türk şuurunu var kılan Sarı Saltuk’u diriltmenin zamanı gelmiştir. 1914 yılında dönemin Menteşe mebusu Halil Bey’in çağrısını yinelemek elzemdir; “Bu kürsü-i muallâdan milletime tavsiye ederim: Unutmamasını, hürriyet ve Meşrutiyetin mehd-i nevvarı (ışıklı beşiği) olan sevgili Selânik’i, yeşil Manastır’ı, Kosova’yı, İşkodra’yı, Yanya’yı bütün güzel Rumeli’yi unutmamasını tavsiye ederim.”
Çekildiğimiz vatan topraklarında kalan, yüreği Türk ne kadar “biz” kaldı ise, her birini yâdımıza getirip, yaşadığımız çağın gerektirdiği donanımı kazanıp, uluslar arası ortamda saygın, kuvvetli, bir Türk dünyasının tesisi için var gücümüzle çalışıp; iktisadî, sosyal, kültürel, siyasî fırsatları değerlendirip “dilde, fikirde, işte birliği” var kılmamız tarihin bugün bizlere yüklediği en mühim görevdir.
Ahmet ALKAN
TDBP Genel Sekreteri
Gökkubbe Dergisi İmtiyaz Sahibi
(Genel Sekreterimizin bu yazısı Gökkubbe Dergisi’nin 5. sayısında yayınlanmıştır.)